Thursday, April 16

bir istanbul sürprizi

"Yaşlılar biraz fazla konuşur kusuruma bakma ama şöyle de bi laf vardır ki; konuşana değil konuşturana bakacaksın." dedi ve hayatta hep "böyle" gülümsemem için defalarca dua etti bugün Muzaffer dede...
.
.
Bugünün güzel bir gün olacağını, gördüğüm bembeyaz rüyadan güneşli, sıcacık ve daha ağrısız bir güne uyandığımda anlamıştım. Sahilde bugün kimseye araba çarpmadı, minibüs şöförü önüne gelene çatmadı, bindiğim taksilerin şöförlerinin yüzünde hala biraz olsun gülümseme kalmıştı. Dönüş yolunda bindiğim otobüs tıklım tıklım doluydu. Onca insanın içinde gözüme sadece tek bir kişi takıldı. Fötr şapkasının altında o sırada içi geçmiş uyukluyordu, yanındaki koltuk boşaldı. Ayakta durabilecek kadar iyi hissettiğimden oturmadım başta ama o kadar kişiden kimse oturmayınca yanına geçiverdim. Bir süre sonra gözlerini açtı, etrafına bakıp nerede olduğumuzu anlamaya çalıştı, sonra yanında kimin oturduğuna baktı, ben vardım. Sonra biraz denizi izledikten sonra kulağıma doğru eğilip kısık sesiyle, "Yazık etme gözlerine" dedi. "Bak hava ne kadar güzel, denizi izle biraz. Kitabı sonra okursun nasıl olsa." Sonra bana "tahsilimi" sordu, ara ara kendinden bahsetti, bazen söylediklerini iki ya da üç kere tekrarladı ama konuştuğu her kelimenin kayda geçebilmesini öyle istedim ki başa sarıp tekrar tekrar dinleyebilmek için sonradan..
.
.
Daha sonra ara sıra Sarıyer'de kafasını dinlemeye gittiğini söyledi ve bugün eğer istersem benim de ona katılabileceğimi. Başta eve gitmek niyetindeydim fakat henüz tanıştığım 86 yaşındaki kısa yol arkadaşımdan apar topar ayrılmak istemedim. Gittik, çayımızı içtik, kuru pastamızı yedik, o anlattı ben dinledim. Dinledikçe kendi dedemi özledim, dedem aklıma geldikçe Muzaffer dedeyi daha da çok sevdim.
.
.
86 yaşına gelebilmiş olmasının en büyük sırrını paylaştı benimle. Hayatında aptal insanlara yer vermediğini söyledi, onlarla boş yere vakit harcayıp kendini yormadığını... Aslında herkesi sevdiğini ama hakedene sabır gösterdiğini. Üşümemem için kazağını vermeyi teklif edicek kadar centilmen, beni evime uğurlarken yol paramın olup olmadığını sorucak kadar da baba gibiydi.
.
.
Benim dedem öldü. Ama onu o kadar özlüyordum ki sanırım bunun için hayat karşıma çıkardı Muzaffer dedeyi. Artık İstanbul'da bir dedem daha var. İstediğim zaman arayabileceğim, bildikleriyle beslenebileceğim, dedemle aramızdakine benzer bir bağ kurabileceğimi hissettiğim Muzaffer dede... Herkesin genelde korktuğu İstanbul, iyi insanları benim karşıma çıkarmaya kararlı sanırım. Memnun oldum Muzaffer dede...
.
.
Bugün güzel bir gündü.

Sunday, April 5

sayfa / 143

İskeletimiz, dokumuzu yerden kaldırmak için var. Terimiz, soğuyabilmemiz için var.
İnsan her konuda aydınlanma yaşayabiliyor.
Yüz beşinci kat civarına gelince insan bu bedenin, bu koca bebeğin esiri olduğuna inanamıyor. Onu beslemek, yatağa yatırmak ve tuvalete götürmek zorundasın. Daha iyisinin icat edilmemiş olmasına inanmak istemiyor insan. Daha az ihtiyaçları olan, daha az vakit kaybettiren bir şey icat edebilirdik.
İnsanların neden uyuşturucu kullandıklarını anlamaya başlıyorum. Çünkü zamanın sınırlı olduğu, kanunlar ve emirlerle dolu ve mülkiyete dayalı bu dünyada insanların yaşayabilecekleri tek gerçek kişisel macera bu.
Sadece uyuşturucu ve ölümde yeni bir şeyler tecrübe etme şansına sahibiz ve maalesef ölümün hakimiyeti fazla kuvvetli.
Eğer kimse izlemiyorsa herhangi bir şey yapmanın çok anlamsız olduğunun farkına varabiliyor insan.
Çarmıha gerilme sırasında izleyici sayısı düşük olsaydı, olayı başka bir zamana ertelerler miydi, diye düşünmeden edemiyorum.
Menajerin haklı olduğunun farkına varıyorum. İsa'nın neredeyse çıplak olmadığı hiçbir haç görmedim. Hiç şişko bir İsa görmedim. Ya da vücudu kıllı bir İsa görmedim. Gördüğüm her haçta İsa, belinden yukarısı çıplak olarak bir kot markası veya erkek parfümü için modellik yapacak görünümde.
Menajerin hayat hakkında söylediği her şey doğru. Eğer kimse sizi izlemiyorsa, dışarıya çıkmanın bir anlamı yok. Pekala evde oturup otuzbir çekebilir veya haberleri izleyebilirsiniz.
Yüz onuncu kat civarında insan şunun farkına varıyor; eğer birinin video kasedi yoksa veya daha da önemlisi bütün dünyanın gözleri önünde canlı yayında geçirmiyorsa hayatını, o kişi yaşamıyor demektir.
O kişinin, kimsenin kıçına takmadığı, ormanda devrilen ağaçtan farkı yoktur.
Bir şeyler yapıyor olmanızın hiçbir önemi yok. Eğer yaptıklarınızı kimse farketmiyorsa, hayatınız koca bir sıfırdan ibarettir. Boştur. Anlamsızdır.
.
.
Chuck Palahniuk - Gösteri Peygamberi